Obeziteye neden olan antikor bulundu

Obeziteye neden olan antikor bulundu

Obeziteye neden olan antikor bulundu

İmmünoglobülin adı verilen antikorların tokluk hissini geciktirmesinin Obeziteye  olabileceği belirlendi.

Fransa Ulusal Sağlık ve Tıp Araştırmaları Enstitüsünde görevli bilim adamlarının, fareler üstünde yaptığı araştırmalar, aşırı yeme ihtiyacına, tokluk hissini yavaşlatan immünoglobülin adı verilen antikorların nedn olduğunu ortaya çıkardı.

AÇLIK HORMONU KANDA KAYBOLUYOR

Bilim adamları, normalde immünoglobülin adı verilen antikorların açlık hormonunun kanda hızla kaybolmasını engellediğini, bu şekilde, hormonun beyni harekete geçirerek iştahı düzenlediğini açıkladı.


OBEZLERDE İSE AÇLIK HORMONU ARTIYOR


Obezlerde ise bu durumun farklı olduğu, antikorların beyne daha fazla açlık hormonunun taşınmasına neden olarak tokluk hissini geciktirdiği açıklandı. 


Obezitenin Nedenleri

Obezitenin oluşmasında başlıca risk faktörleri aşağıda sıralanmıştır :
  • Aşırı ve yanlış beslenme alışkanlıkları
  • Yetersiz fiziksel aktivite
  • Yaş
  • Cinsiyet
  • Eğitim düzeyi
  • Sosyo – kültürel etmenler
  • Gelir durumu
  • Hormonal ve metabolik etmenler
  • Genetik etmenler
  • Psikolojik problemler
  • Sık aralıklarla çok düşük enerjili diyetler uygulama
  • Sigara- alkol kullanma durumu
  • Kullanılan bazı ilaçlar (antideprasanlar vb.)
  • Doğum sayısı ve doğumlar arası süre

Artrit türleri nelerdir?

Artrit türleri nelerdir?

Artrit türleri nelerdir?

Osteoartrit, bir eklemin -genellikle diz veya kalça gibi ağırlık taşıyan bir eklemin- yüzeyini kaplayan kıkırdağın aşınıp yıpranmasıyla ortaya çıkar. Bunun üzerine eklemde fazla sıvı birikir, bu da şiş ve ağrıya neden olur ve eklemin hareketliliğini kısıtlar.

Osteoartrit 60 yaşın üstündeki kişilerde daha sık görülür. Kadınlarda görülme olasılığı erkeklere oranla yaklaşık üç katı fazladır.


Romatoid artrit, eklemlerin yüzeyini kaplayan zarın ve nihayetinde kıkırdağın iltihaplanmasıyla ortaya çıkar. Etkilenen eklemler şişer, sertleşir ve ağrır. Bu tür artrit hastalığı olanlarda, bağışıklık sisteminin normalde enfeksiyonlara karşı koruma için verdiği tepki eklem zarının aleyhine işler.

Romatoid artrit genellikle el ve ayak parmakları ile bileklerde başlar. Romatoid artrit hastalığına kalıtımsal olarak eğiliminiz olabilir ve bir veya birden fazla faktör bunu tetikleyebilir. Bazı hastalarda yorgunluk, anemi, zayıf kan dolaşımı ve tendon, göz ve tiroid bezi sorunları gibi ek semptomlar da görülür.

Hastalık genellikle gençlikte veya orta yaşlarda başlar ve kadınlarda erkeklere oranla iki ila üç katı daha fazla görülür.

Enfeksiyonlu artrit, bakteriyel enfeksiyon sonucu eklemlerin iltihaplanmasıyla ortaya çıkar. Enfeksiyonlu artrit, mikropların bir yaradan vücuda girmesiyle veya vücudun başka bir yerinde bulunan, verem, belsoğukluğu veya idrar yolu enfeksiyonları gibi bir enfeksiyonla ilişkili olabilir.

Gut hastalığı, eklemlerde şiddetli ağrı atakları meydana getirir. Gut hastalığının nedeni kanda ürik asit seviyesinin çok yüksek olması ve bunun sonucunda eklemde ürik asit kristallerinin oluşmasıdır.

Yüksek ürik asit seviyesi böbreklerin yetersiz çalışmasına bağlı olabilir. Genellikle yalnızca bir eklem etkilenir ve bu da çoğu zaman ayak başparmağı olur. Gut atağı sırasında bu eklem kızarır, yanar, şişer ve dayanılmaz derecede ağrır.

Gut erkeklerde kadınlara oranla 10 katı daha fazla görülür. Kadınlarda genellikle yalnızca menopoz sonrası ortaya çıkar.


Aşırı adet kanaması tedavisi

Aşırı adet kanaması tedavisi

Aşırı adet kanaması tedavisi

Âdet döneminde çok kanama oluyorsa mutlaka hekiminize danışmalısınız. Hekiminizin, miyom veya endometriyoz sorununuz olup olmadığını ya da anemik olup olmadığınızı   kontrol etmesi gerekebilir.

Beslenme: Kan damarlarınızın duvarlarını kuvvetlendirmek için C vitamini ve flavonoidler içeriğinden zengin olan yiyecekler ve aşırı kan kaybının sebep olduğu kansızlığı önlemek ve tedavi etmek için de demir içeriğinden bol yiyecekler yiyin.


Aromaterapi: Adet döneminde aşağıda vereceğimiz karışım ile karnınıza her akşam masaj yapın: bir damla rumî papatya, bir damla, bir damla  adaçayı, bir damla Isparta gülü, iki damla mercanköşk ve bir yemek kaşığı tatlı badem yağı ya da zeytinyağı.

Bitkisel ilaçlar: Eşit miktarlarda tahta biti otu, kasık otu, hidrastis, beth root (trillium erectum),  ve ahududu yaprağı ile hazırlayacağınız çaydan için. Melek otu ve hayıt da faydalıdır. Çay veya tentür olarak günde üç kere kullanın.

Ne Zaman Tıbbi Yardım Gerekir?

  • Aşırı âdet kanaması varsa veya düzensiz âdet görüyorsanız.
  • Her ay birkaç gün süren şiddetli sancınız oluyorsa.
  • Üreme sorununuz varsa.
  • İki âdet arası kanama oluyorsa.
  • Âdetten kesilirseniz.
Osteopati  tedavisi

Osteopati tedavisi

Osteopati  tedavisi - Manuel tedavi

Osteopati insan vücudunda hareket eden kısımları (Kemik, eklem, bağlar, kas ve diğer bağ dokuları) tedavi etmekte kullanılır. 

Osteopati uzmanları birçok hastalığın bedensel yapı ile bağlantılı  olduğuna ve bu nedenle yapısal problemlerin giderilmesiyle vücudun kendini iyileştirmesine yardımcı olunabileceğine inanır.

Tedavi yöntemi olarak masaj ve düzgün duruş sağlayan yumuşak hareketler kullanarak bedensel gerginlikleri azaltmaya ve hastayı sağlığına kavuşturmaya çalışırlar.

Her ne kadar osteopati özellikle kas ağrıları ve eklem ağrıları gibi sorunların giderilmesinde etkili ise de, osteopati uzmanları daima bu bozukluklara neyin yol açtığını, bunların başka bozuklukların belirtileri olup olmadığını anlamaya çalışırlar.





Profesyonel yardım

İlk ziyaret genellikle 1 saat sürer. Osteopat size rahatsızlığınız dışında, yaşam tarzınız, işiniz ve boş zamanlarınızı nasıl değerlendiğiniz hakkında sorular sorar.

Sizi ayakta, oturarak ve yatar durumda iken muayene eder. Vücudunuzun çeşitli durumlara nasıl tepki verdiğini anlamak için eğilmenizi veya esnemenizi isteyebilir.

Bu tedavinin ilk aşamasında çeşitli masaj benzeri tekniklerle gergin kaslar gevşetilmeye, gevşek olanlar da gerginleştirilmeye çalışılır. Bunun için uzman parmak uçları ile kaslarınızı yoklar ve nerelerde bir gerginlik veya problem olduğunu araştırır.

Eklem sorunlarından şikayetçi iseniz bunları, yumuşak ve ritmik vurma ve germe hareketleriyle gidermeye çalışır. Aynı zamanda yüksek hızla itme kuvveti denilen tekniği de kullanabilir.

Bu teknik, genellikle omurgaya uygulanan, hızlı ve acı vermeyen bir harekettir. Eklemin hareket edip çatırdamasını ve etrafındaki kasların rahatlamasını sağlar. Eklem çevresindeki ağrı da bu teknikle dindirilebilir.

Eklem ve kas sorunları dışında osteopatiye olumlu cevap veren rahatsızlıklar arasında spor yaralanmaları, migren, adet öncesi sendromu, kabızlık ve astım gibi solunum problemleri sayılabilir.


Gıda terapisi

Gıda terapisi

Gıda terapisi

Gıda terapisi yönteminde beslenme biçiminiz incelenir ve vücudunuzun kendini iyileştirme güç ve yeteneğini artırmak için yeme alışkanlıklarınızda ne gibi değişiklikler yapılması gerektiğine karar verilir.

Diyetisyen ve gıda terapistlerinin yanı sıra klinik ekolojistler ve nauropati uzmanları da tedavilerinin bir bölümü olarak gıda terapisini sıklıkla kullanır.


Gıda terapistine gittiğinizde genellikle önce sağlığınız, hastalıklarınız, yaşam ve beslenme tarzınızla ilgili form doldurmanız istenir. Terapist sorulara verdiğiniz cevapları inceledikten sonra size özel olarak hazırlanmış bir beslenme tavsiye eder.

Yeni beslenme biçiminizin etkili olup olmadığını değerlendirmek ve gerekli düzenlemeleri yapmak için terapist sizi tekrar görmek isteyecektir. Terapist sadece beslenme biçiminizi düzenleyerek tedavi edilemeyeceğinize karar verirse size bir doktara görünmenizi önerecektir.

Yoga ile tedavi yöntemi ve dikkat edilmesi gereken hususlar

Yoga ile tedavi yöntemi ve dikkat edilmesi gereken hususlar

Yoga ile tedavi

Eski bir hint geleneği olan yoga, duruş ve nefes egzersizlerinden gevşeme ve meditasyona uzanan çeşitlilikte bir çok zihin ve beden egzersizlerinden oluşur. Tedavi amaçlı yoga, sağlık sorunu olan kişinin ihtiyacına göre ayarlanır.

Belirli bazı rahatsızlıkların tedavisine yardımcı olmanın yanısıra düzen olarak yoga yapmak enerji seviyesini de yükseltir ve sağlığı her yönden kuvvetlendirir.


Günümüzde Batı'da doktor ve psikologlar, anksiyete ve stres tedavisinde yoga kaynaklı gevşeme tekniklerini yaygın biçimde kullanmaktadır. Yoga'daki duruş, nefes alma, gevşeme ve meditasyon egzersizlerinin artrit, kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, migren, obezite ve adet öncesi sendromu gibi yaygın rahatsızlıkların tedavisinde yararlı olduğunu da kabul etmeye başlamışlardır.

Yoga Tedavisi'ni evde uygulamak


Yoganın etkili olması için, her gün kısa süreli de olsa egzersizlerin sık ve düzenli bir biçimde yapılması gerekir. Bu nedenle sağlık sorunlarınızın yanısıra yaşam tarzınıza da uygun bir yoga düzeni kurmalısınız.

Bir seans çok vaktinizi almamalı, böylelikle bunu yaşamınızın bir parçası haline kolaylıkla getirebilmelisiniz.

Yoga programınızı hazırlamak için en iyi yöntem, yetkin bir yoga uzmanı veya eğitimcisine başvurmaktır. Yogayı kitap ve video yardımıyla da öğrenebilirsiniz.; ancak bunlar iyi bir eğitmenin yerini tutmaz.

Yoga egzersizlerinin öyle ince tarafları vardır ki, bir uzmanın bunları nasıl yaptığını görmeden ve onun tavsiyelerini işitmeden bunları tam olarak öğrenmeniz mümkün değildir.

Özel sağlık ihtiyaçlarına cevap veren belirli bazı duruşlar, çeşitli duruş şekilleri, nefes egzersizleri, gevşeme ve meditasyon teknikleri ile zenginleştirilmiş bir yoga seansı ile bütünleştirildiğinde daha çok yararlı olacaktır.

Uygulama önerileri

* Sakin ve iyi havalandırılmış bir odada sessiz bir köşe bulun

* Rahat giysiler giyin ve yere üzerinde rahat edeceğiniz, kaygan olmayan bir mat (yoga yaprken yere serilen özel örtü) veya battaniye serin.

* Yere uzanmayı gerektiren egzersizleri yaparken başınızın altını ve belinizi katlanmış battaniyelerle destekleyin

* Paarlak ışıktan ve dikkat dağıtan şeylerden kaçının

* Sabah kahvaltısı, öğle veya akşam yemeğinden önce yoga yapmak için belirli zaman seçin. Bu mümkün değilse yoga egzersizlerini birşeyler atıştırdıktan en az bir saat, yemeklerden ise üç buçuk saat sonra yapın.

Omuz ağrıları gibi hafif rahatsızlıklar günde birkaç dakika yoga yaparak geçebilirse de, astım gibi daha ciddi hastalıklar daha uzun seansları gerektirir. Bu seanslara aylarca devam etmeniz gerebilir.Ancak kısa süreli uygulamaların dahi önemli faydaları görülecektir.

Bazı hastalıklar için özel önlemler:

Yoga yaparken daima yumuşak hareket etmelisiniz. Yoganın acı veya rahatsızlık vermemesi gerekir. Bu şakilde yapıldığında yoga son derece güvenlidir. Ancak bazı rahatsızlıklar açısından belirli duruş şekilleri uygun olmayabilir, hatta tehlike yaratabilir. Emin olmadığınız durumlarda bir doktora danışın. Bu tür durumlara aşağıdaki haller gösterilebilir:

* Artrit: İltihaplı eklemleri hareket ettirmekten kaçının.

* Depresyon: Vücudu iyice gevşeten egzersizler veya meditasyon bazı durumlarda yararlı olabilirken, bazen depresyonun artmasına da neden olabilir.

* Epilepsi: Bir uzman gözetiminde yapılmadığı hallerde, karından hızlı nefes alıp verme veya derin nefes alma gibi akciğerlerdeki havayı artıran nefes alma egzersizlerinden kaçının.

* Kalp hastalığı: Yetkili bir yoga uzmanından yardım alın.

* Karın fıtığı: Karın bölgesinde basıncı artıran duruşlarda (yüzükoyun yatmak gibi) kaçının.

* Kronik bronşit ve anfizem: Zorlayıcı egzersizlerden kaçının.

* Obezite: Baş aşağı durmayın ve zorlayıcı hareketlerden kaçının.

* Sırt veya boyun ağrıları: Yoga sırasında veya sonrasında ağrıyı artıran duruşlardan kaçının

* Yüksek tansiyon (Hipertansiyon): Nefes tutmayı veya baş aşağı durmayı gerektiren zorlayıcı egzersizlerden kaçının.





Nefes farkındalığı egzersizi

Nefes farkındalığı egzersizi

Nefes farkındalığı egzersizi

Nefes hem merkezi ve hem de otonom sinir sistemi tarafından yönetilen az sayıdaki bedensel işlevlerden biridir. 

Diğer bir deyişle nefes otomatik olarak kontrol edildiğinden, hiç düşünmeksizin devamlı surette nefes alıp verebilir, ancak aynı zamanda bilinçli olarak nefes alıp verme biçiminizi düzenleyebilirsiniz.


İşte bu zihin ve beden arasında çok önemli bir bağ kurmaktadır. Yoga, genel sağlık, astım ve anksiyete gibi belirli rahatsızlıklar üzerinde olumsuz etkiler yaratabilen düzensiz nefes alma biçimlerini düzeltmek için belirli egzersizler uygulamaktadır.

Aşağıdaki nefes alma egzersizlerini deneyebilirsiniz:

1- Ceset pozisyonunda sırtüstü yatın (sağdaki fotoğrafa bakınınız). Başınızı ve belinizi katlanmış battaniye ile destekleyin.

2- Gözleriniz kapayın, fakat göğsünüze doğru bakar durumda tutun. Gevşeyin ve nefesinizin nasıl yavaşladığını izleyin.

3- Nefesinizin vücudunuza girişini ve çıkışını farkedin. Havanın sıcaklığının nasıl değiştiğini izleyin ve havanın vücudunuzun içindeki dolaşımını hissedin.

4- Nefesinizin yumuşak sesini dinlerken nefes alışınızla nefes verişiniz arasındaki farka özellikle dikkat edin.
Şifalı bitki satın alırken ve kullanırken dikkat edilmesi gerekenler

Şifalı bitki satın alırken ve kullanırken dikkat edilmesi gerekenler

Şifalı bitkilerin satın alınması ve güvenli bir şekilde kullanılması için öneriler

* Bitkisel ilaçları kullanmadan önce rahatsızlığınızın doğru teşhis edildiğinden emin olun

* Yalnız  konunun uzmanı veya doktorunuz tarafından özel olarak tavsiye edilen şifalı otları kullanın

* Kullanmayı düşündüğünüz şifalı otlardan doktorunuzu haberdar edin.


* Şifalı otları tanınmış bir yerden alın. Gerektiğinde bitki halkında bilgi alabilmek için paketinde adresi ve telefon numarası olan bir marka seçin.

* Uzun süre ışık ve hava ile temas etmiş olabilecekleri için ambalajsız, açıktan satılan şifalı otları kullanmaktan kaçının.

* Kalite kontrol testinden geçmiş, özellikle de içerdiği bir veya daha fazla aktif madde açısından standartlaştırılmış ürünleri seçin.

* Bitkisel çözeltiler genellikle su ve alkol ile hazırlanır. Alkolden kaçınmak istiyorsanız gliserin kullanılarak hazırlanan çözeltileri  satın alın.

* Değişik şifalı otların raf ömrünü aklınızda tutun. Toptan satılan şifalı otların raf ömrü üç ay (yaprak ve çiçekler) ila bir yıl (kök ve kabuklar); çözeltilerin yaklaşık bir yıl; kapsül ve tablet halinde olan bitkisel ilaçların ise 1-2 yıldır.

* Bitkisel ilaçları düzenli olarak kullanmak istiyorsanız, belirli bazı şifalı otlar hakkında ayrıntılı bilgi veren iyi bir referans kitabı edinin.

Özel önlemler:

* Bitkisel ilaçlar fazla alındığı taktirde sağlığa zararlı olabilecek aktif maddeler içerir. Önerilen dozları aşmayın ve herhangi bir kuşkuya kapıldığınızda bitkisel tıpla ilgilenen bir doktara danışın.

* Reçetesiz satılan bitkisel ilaçları etikette tavsiye edilen dozlara göre kullanın.

* Geleneksel tıbbi yöntemlerle tedavi olurken doktorunuza danışmadan bitkisel ilaç kullanmayın.

* Hamileyseniz veya hamile olma ihtimaliniz varsa, emziriyorsanız, herhangi bir sağlık sorununuz varsa veya 70 yaşın üzerinde iseniz ve sağlığınız bozuksa, bitkisel ilaç kullanmadan önce daima doktorunuza danışın.

* 16 yaşından küçük çocuklara doktora danışmadan bitkisel ilaç vermeyin. Bu yaştakilere verilecek doğru dozun bir uzman tarafından tayin edilmesi gerekir.

Probiyotik ve Probiyotiklerin Faydaları

Probiyotik ve Probiyotiklerin Faydaları

Probiyotik nedir? 

Probiyotikler, sindirim sistemimizde belli sayıda bulunan ve tüketildiği zaman kişinin bağırsaklarında bulunan bakteri sayısının dengesini sağlamak suretiyle sindirim sistemi ve bağırsak sağlığını koruyan canlı mikroorganizmalar ve bileşenleri tanımlamaktadırlar.

Probiyotik gücünüzü artırın

Bağırsaklarınızda bulunan probiyotikler ne kadar çoksa sağlığınız o kadar güçlü bir korunma altında demektir. Bedenimiz kendi hücrelerimizin yaklaşık 10 katı daha fazla bakteri içermekte. Bu bakterilerin yaklaşık yüzde doksanından fazlası bağırsaklarmızda yaşamakta.

Bağırsakta bulunan bakteriler bağışıklık sistemimizin güçlenmesinden alerjik reaksiyonların önlenmesine, sindirim sistemimizin güçlü çalışmasından bağırsak fonksiyonlarımızın iyileştirilmesine kadar bir çok konuda önemli fizyolojik görevler üstlenmekte.

Yeni yapılan bazı çalışmalar bağırsakta bulunan  bakteri dengesi güçlü olan kişilerde kalp ve beyin damar hastalıklarının da daha az görüldüğünü gösteriyor. Yine yeni bir çalışma bu bakterilerin kalp krizi ve feelce karşı da korunma sağladığını ispatlıyor. 

Bağırsakta bulunan bakterileri sayıca çoğaltmanın yolu daha çok kefir, yoğurt ve mayalanmış yiyecek tüketmekten geçmekte. Ayrıca bu bakterilere ciddi zararlar verebilen antibiyotiklerden olabildiğince uzak kalmak da önemli bir ayrıntı. Antibiyotikler bu tür yararlı bakterilerin sayısını ciddi biçimde azaltıyor. Zaten antibiyotik kullanımı sonrasında ortaya çıkan ishallerin sebebi de yararlı bakterilerin azalması oluyor.

Probiyotiklerin Faydaları Nelerdir?

Yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda Probiyotik Bakterilerin aşağıdaki yararları gösterdiği ortaya çıkmıştır ;
  •  Sindirim sistemini ilgilendiren Reflü, Gastrit, Ülseratif Kolit, ve Chorn sendromu,  pastik kolon, Irrıtabl bağırsak sendromu, bağırsak ve mide Polipleri tedavisinde
  •  İshal, Kabızlık gibi bağırsak düzensizliklerinde ve hazımsızlık,şişkinlik gibi şikayetlerde
  •  Bağışıklık sistemi bozukluklarında; sık hastalanan,yatalak,kronik hastalığa sahip kişilerde
  •  Allerjik hastalıkların tedavisinde
  •  Otoimmün hastalıkların tedavisinde
  •  Vücuda giren tüm zararlı mikropların, bağırsaktaki mantar( candida ), parazitlerin yok  edilmesinde.Dolayısıyla yiyeceklerin yağa ve şekere dönüşmesi engellenerek obesitenin    önüne geçilebildiği
  •  Vücuda toksik yük getiren zararlı maddelerin temizlenmesi ve bağırsak detoksunda
  •  Kan şekerinin dengelenmesinde ve şeker hastalarında
  •  Karaciğer hastalıklarında ve Kan kolestrol düzeyinin dengelenmesinde
  •  Hamile ve Lohusalarda tüm sindirim problemlerinde
  •  Yenidoğanda görülen Kolik sancısı tedavisinde ve bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde
  •  Böbrek hastalıkları ve İdrar yolları enfeksiyonlarında
  •  Depresyon tedavisinde
  •  Kronik yorgunluk sendromunda
  •  Kanserden korunmak ve Kanser tedavisi görenlerde bağışıklık sistemini güçlendirmek için...
  •  B grubu vitaminlerin ve K vitaminin üretimini ve emilimini sağlamak
  • Doğal lifle birlikte kalsiyumun bağırsaklardan emilimini artırabildikleri; böylelikle kemik erimesi (osteoporoz) gelişimini önlemeye ve formda kalmaya destek verebildikleri,
  • Kötü bakterilerin neden olduğu enfeksiyonları yavaşlatabildikleri,
  • Vajinal florayı dengede tutarak, vajinal enfeksiyonlara sebep olan kötü bakterilerin (Candida) gelişimini baskılayabildikleri,
  • İdrar yolu enfeksiyonlarına ve seyahatlerde ishale sebep olabilen E.coli bakterisinin gelişimini engellemeye yardımcı olabildikleri,
  • Zehirli maddelerin vücuttan atılmasına yardımla, cildin ve görünümün iyileşmesine yardımcı olabildikleri ve böylece yaşlanmayı yavaşlattıkları,
  • Sindirim kanalında sağlıklı bir bakteri dengesi oluşturabildikleri,
  • Bazı, gerekli enzimleri üreterek, sindirime katkıda bulunabildikleri,
  • Ağız kokusu sorununun giderilmesine yardımcı olabildikleri,
  • Kemik erimesi ve bazı menapoz sıkıntılarını azalttığı
  • İnce ve kalın bağırsaklardaki kötü ve zararlı bakterilerin yerine geçerek, onları kontrol altına alabildikleri,
  • Laktoz (süt şekeri) ve protein sindirimini kolaylaştırabildikleri,
  • Antibiyotik tedavisi ve seyahat sırasında görülebilen ishal (diyare) sorununda dışarı çıkma sıklığını azaltabildikleri,
  • Antibiyotik ilaç kullanımı nedeniyle doğal mikro florası bozulan bağırsakların dengesinin düzeltilmesine yardımcı olabildikleri,
  • Kanser riskini azalttıkları,kanser tedavisinde immün sistemi güçlendirdikleri
  • Zararlı bakterilerin çoğalmalarını ve gelişmelerini engelleyerek, vücuttan atılmalarına yardımcı olabildikleri; böylece doğal bağışıklık sistemini güçlendirerek bir çok hastalığa karşı vücut direncinin artmasına katkıda bulunabildikleri, tespit edilmiştir.

Günlük beslenmenize doğal probiyotikleri ekleyerek, mide ve bağırsak sorunlarını önleyebilir, sindirim sisteminizin daha iyi çalışmasını sağlayabilirsiniz.

Doğada iki tür bakteri vardır. Bunlardan ilki; hastalıklara neden olan ve insan sağlığını bozan patojen bakterilerdir, ikinci grup ise; sindirim sistemimizin düzgün çalışmasını sağlayan yararlı bakterilerdir. 

Bakteriler derimiz dahil olmak üzere etrafımızdaki her yerdedir. Yararlı bakteriler ise, bağırsaklarımızda yaşarlar ve sindirim sürecine yardımcı olurlar. Aslında bağarsağımızdaki yararlı bakteriler olmadan besinlerin sindirimini gerçekleştiremeyiz. Antibiyotiklerin sık sık ve yüksek miktarda kullanılması patojen bakterileri öldürürken, yararlı bakterileri de öldürür. Bu durum çeşitli sağlık sorunlarına yol açar. Doğal probiyotik gıdalar sindirim sağlığının korunmasına yardımcı olur.

Yararlı bakteriler bulunduran besinler:

Probiyotik gıdalar, sindirim sisteminin çalışmasına yardımcı olan canlı mikroorganizmaları içeren gıdalardır. Bu günlerde mikroorganizmaların canlı kültürleri bazı yiyecek ve içeceklere ekleniyor, ancak doğal probiyotik gıdaların daha faydalı olduğu kanıtlanmıştır. 

Probiyotik besin takviyeleri, piyasada mevcuttur ancak yapay olan her şey gibi yan etkiler gösterebilirler. Bu nedenle özellikle antibiyotik kullanımından sonra beslenmenize doğal probiyotik gıdaları eklemeniz önemlidir.

Probiyotik kelimesi “yaşam için iyi” anlamına gelir. Antibiyotikler ve diğer bazı ilaçlar hastalığa neden olanlarla birlikte yararlı bakterileri de yok ederler. Aşırı işlenmiş gıdaların tüketimi veya fiberden zengin olmayan bir diyet vücudunuzdaki probiyotiklerin azalmasına neden olabilir. Uzun süreli ishal ve stres vücuttaki probiyotik bakterileri yok edebilir. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı da probiyotik bakterilerin azalmasına ve sindirim sisteminin bozulmasına neden olur.

Probiyotik gıdaların sağlığa faydaları:

Bifidus regularis, Lactobacillus bulgaricus, Lactobacillus acidophilus ve laktik asit bakterileri doğal olarak bağırsakta bulunan yararlı bakterilerin en yaygın çeşitleridir. Bu bakteriler, vücut içindeki zararlı bakterilerin çoğalmasını durdurmaya yardım eder. Ayrıca ishal, mide rahatsızlığı, şişkinlik, gaz, hazımsızlık, irritabl barsak sendromu ve diğer bağırsak sorunları önlemeye yardımcı olurlar. Yararlı bakteriler gastrointestinal enfeksiyonları önleyerek sindirim sistemini özellikle de bağırsakları sağlıklı tutarlar. Probiyotikler, hastalık sonrası hızlı iyileşmeyi sağlarlar. Bunlar mantar enfeksiyonlarının belirli türleri için büyük iş yaparlar. Önemli ölçüde alerjik reaksiyon riskini azaltırlar ve aynı zamanda solunum yolu enfeksiyonlarının gelişme riskini düşürürler. İdrar yolu enfeksiyonlarıyla mücadele etmeye yardımcı olurlar.

Probiyotik bakteriler içeren gıdalar, yiyeceklerdeki vitamin ve minerallerin emilimini arttırır. Bu gıdaların düzenli tüketimi kabızlık, kolit, gastroenterit, enfeksiyon, ishal, gaz, laktoz intoleransı, kötü sindirim ve özellikle kolon kanseri gibi çeşitli sağlık koşullarını önlemeye yardımcı olur. 

Bu gıdaların mesane kanseri riskini azaltmaya yardımcı olduğuna inanılmaktadır. Probiyotikler bağışıklık sistemini güçlendirmeye de yardımcı olurlar. Bu gıdalar çocuklardaki egzama belirtilerini azaltmaya yada önlemeye yardımcıdır.

Bazı doğal prebiyotik gıdalar;

-Ayran
-Süzme peynir
-Yoğurt
-Lahana turşusu
-Kefir
-Pastörize edilmemiş turşu ve zeytin
-Dhokla (nohut fermente edilerek yapılmış Hint aperatifi)
-Dosa (pirinç ve siyah mercimek fermente edilerek yapılan geleneksel Güney Hint yemeği)
-Idli (pirinç ve siyah mercimek fermente edilerek yapılan Hint aperatifi)
-Kim Chi (baharatlı, keskin fermente edilmiş lahana, geleneksel Kore yemeği)
-Miso (bir sos veya yaymak olarak kullanılan fermente soya salçası, popüler Japon gıdası)
-Natto (fermente edilen soya fasulyesinden yapılmış Japon gıdası)

Eğer emziren bir kadın antibiyotik alır ise bebek de antibiyotiklerin yan etkilerinden muzdarip olabilir. Probiyotik gıdalar ile beslenen bebeklerde bu belirtiler hafifler.

Probiyotik gıdaların yan etkileri:


Yararlı bakteriler bakımından zengin olan yiyecekler tamamlayıcı ve alternatif tıpta kullanılır. Probiyotikler, kapsüller, tabletler ve tozlar şeklinde bulunur. Probiyotiklerin aşırı tüketimi, bağırsaklarda doğal olarak bulunan probiyotik bakterileri yok edebilir. 

Vücut dostu bu bakterilerin türleri ve miktarları kişiden kişiye değişir. Probiyotiklerin yan etkilerini kanıtlamak için gerekli olan daha çok çalışma yapılmalıdır, ancak şimdiki çalışmalar göstermiştir ki bu gıdaların aşırı tüketimi şişkinlik ve gaz gibi hafif yan etkilere yol açar.

Probiyotik bakteriler bakımından zengin olan doğal gıdaların tüketimi, yapay probiyotik takviyelerinin tüketiminden daha faydalıdır. Eğer bir sindirim problemi için probiyotik takviyesi kullanmayı düşünüyorsanız öncelikle doktorunuza başvurunuz.
Sarkopeni (kas erimesi)  nedir?

Sarkopeni (kas erimesi) nedir?

Sarkopeni nedir?


Sarkopeni, yaşlanmaya bağlı kas kaybıdır. Daha açık söylemek gerekirse, yaşlılıktan kaynaklanan kas yoğunluğu ve kas kuvvetinde kayıp yaşanmasıdır. Hareketsiz yaşayan kişiler, yetişkinliklerinde kaslarının %20-40’ını kaybederler, bu da kas gücünde büyük kayıplar olmasına sebep olur. 

Hareketliliğin ve aktif bir yaşam tarzının korunması, sadece uzun ömürlü olmayı sağlamak için değil, ayrıca kaliteli bir yaşam sağlamak için de gereklidir. Yaşlanan pek çok yetişkin, fiziksel aktiviteler ve hatta yürüme aktivitesinde bile bulunma zindeliğini veya kabiliyetini kaybeder. 

Ulusal Sağlık ve Beslenme Araştırması verilerine göre, 60 ile 85 yaş arasındaki yaşlılar, zamanlarının %60’ını yani günlük sekiz saatini hareketsiz aktivitelerde bulunarak geçirmektedir ve hatta biz uykuyu hesaba katmıyoruz bile.


Hareketsizliğin yanı sıra sarkopeniyi geliştiren dört faktör daha vardır. Bu faktörler: motor üniteler, hormonların azalması, protein sentezi, besinsel ve genetik faktörler ile yaşam tarzı faktörü gibi diğer etkenlerdir. Egzersiz yapan birinin bu etkenlerin gelişmesini yavaşlatabildiğini söyleyebiliriz.

Yaşlandıkca  daha az yememize rağmen neden kilo alırız?

Kas kaybetmek demek, vücudun metabolik yönden en aktif dokusunun kaybedilmesi demektir. Yapılan araştırmalara göre biyolojik olarak herkes 25 – 30’ lu yaşlardan itibaren kas ve su oranını 10 yılda yüzde 2 ila 5 oranında kaybeder. 

Örnek vermek gerekirse; 30 yaşında hareketsiz bir birey her yıl yaklaşık 250 gr kas kaybederek 10 yılda 2.5 kilo kas dokusunu kaybeder. Vücudun motoru olan kaslarımızı kaybetmeye başladığımızda daha az yememize rağmen kilo alırız, çünkü artık vücudumuzda yağ yakan kas dokusu kaybolmaya başlar. Bu da metabolizmanın yavaşlamasına dolayısı ile yağlanmaya neden olur.

Vücudumuzdaki yağ sadece oradan oraya gezdirdiğimiz fazladan kilo değildir, yağlanmanın sağlığımıza zarar veren bir dizi etkisi vardır. Yağ zehirdir; metabolizmayı bozan, kronik hastalık ve yaşlanmayı arttıran kimyasalları serbest bırakır. 

Kas ilaçtır; ve sağlığı arttıran birçok madde salgılar. Kas güçlendirmek metabolizmayı hızlandırır; daha kaslı ve yağsız olduğunuzda kilonuzu (kas yağ oranınızı) sabit bir aralıkta tutmanız kolaylaşır.

Peki daha yaşlı bireylerin çoğu düşük kiloda, bunu nasıl açıklıyorsunuz?

60 yaşındaki bir birey 25 yaşındaki kilosunda olabilir. Fakat kas oranı 25 yaşındakinden daha azdır. Kas dokusunun azlığından dolayı kilo düşük ama yağ oranı yüksek olabilir. 

Sıska – yağlı kişiler ince görünür. Vücut bileşimi vücudumuzdaki yağın kasa oranını gösterir. Daha yaşlı bireylerde kas dokusu kaybedilir ve yağlanma başlar. Aynı kiloda kalsak bile yaşlandıkça daha az kas dokusuna sahip oluruz.

Sarkopeninin önüne geçmek mümkün müdür?

Kesinlikle evet. Sarkopeninin en önemli nedenlerinden biri düzenli egzersiz yapmamaktır. Araştırmacılar yüksek yoğunluklu kas güçlendirme antrenmanlarının yaşlı insanlardaki kas kuvveti üzerinde etkisi olduğunu ve yaşlanmanın iskelet kası üzerindeki zararlı etkilerinin antrenman ile azaltılabildiğini göstermiştir.

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki haftada 2- 3 kez yapılan kas güçlendirici direnç antremanlarıyla kas kaybının önüne geçebilir, yıllar içerisinde kaybettiğimiz kasları 70-80 yaşına da gelsek geri kazanabiliriz.

Başlamak için hiçbir zaman geç değildir.


Daha iyi yaşlanmak için bunlara dikkat edin

Daha iyi yaşlanmak için bunlara dikkat edin

Daha iyi yaşlanmak için nelere dikkat edilmeli?


Kanımızdaki insülin seviyeleri ile iyi veya kötü yaşlanma ile arasında bir ilişki var ve insülin hormonu kaliteli yaşlanma ve yaşlanma hızını azaltma açısından önemli bir belirleyici unsur. 

Kandaki insülin seviyesinin artması bizi beklediğimizden daha hızlı yaşlandırırken,  kandaki insülin seviyesinin azalması yaşlanma hızımızın düşmesine neden oluyor. 

Bu sebeple kırk yaşından sonra “açlık insülini” seviyelerini de izlememiz gerekir. Makul rakam 5 ünitenin altıdır.


İyi yaşlanma” söz konusu olduğu zaman ne kadar kasa sahip olduğumuz da önemlidir. Yeterli ve güçlü kaslarınız varsa yaşlılık döneminiz daha iyi geçecektir. Daha çok kasa sahip olmak daha kolay kilo kontrolü, kolesterol, trigliserid, daha kolay şeker,  ayarı, daha güçlü bir bağışıklık sistemi, daha az düşme ve osteoporoza bağlı kırık riski anlamına da gelir. 

Özellikle yaşlılığa bağlı kas kaybı –sarkopeni- iyi kontrol edilemediğinde kötü yaşlanmaya neden olabilmekte. Sarkopeni obez yaşlılarda daha da önemli bir risk faktörü haline geliyor. Fazla kilolu yaşlıların kaslarını korumalarında fayda var. Bunun yolu da düzenli yürümek ve aralıklı ağırlık-direnç egzersizlerinden geçiyor. 



Beyni de beslemeliyiz


Yaşlandıkça “beyin-beslenme ilişkisi” de çok önemli bir konu haline geliyor. Beyin –merkezi sinir sistemi- şekerin azından da çoğunda da hoşlanmıyor, makul miktarda şekerle daha bir mutlu oluyor. 

Beyin doymuş yağlardan da fazla hoşlanmıyor. Omega-3 yağ asitlerine ise adeta bayılıyor! Özellikle EPA –Eikosa Pentaenoik Asit- her yaştaki nöronlar için neredeyse “beyin sütü” işlevi görüyor. 

B12 vitamini için de aynı tanımı kullanmak doğru olur. Beynin sağlıklı işleyebilmesi için mutlaka demir mineraline de ihtiyacı var. Özetle yaşlandıkça beyni de beslemekte fayda var.

Aşırı şeker tüketmek kadında da erkekte de hormonal dengeyi bozuyor. Kadınlarda tüylenme/sivilcelenme problemlerine, adet düzensizliklerine daha çok rastlanıyor. Erkeklerde de testosteron hormonu –erkeklik hormonu- üretimini azalttığı gösterilmiş. Yaşlandıkça şekeri –tatlıyı- azaltmalıyız.


Tıpkı şeker gibi alkol de cinselliği olumsuz yönde etkiliyor. Özellikle erkeklerde aşırı alkol tüketimi yumurtalık fonksiyonlarının zayıflamasına, meme büyümesi, kıl dökülmesi ve benzeri değişimlerle feminizasyon –kadınlaşma!- işaretlerine yol açıyor.
Menopozu sorunsuz geçirmek için püf noktaları

Menopozu sorunsuz geçirmek için püf noktaları

Menopozu sorunsuz geçirmek için püf noktaları


Türkiye'de menopoz ortalama 40-45 yaşlarından sonra görülüyor ve kadın yaşamının önemli dönemlerinden birisi olan menopozu rahat ve sağlıklı geçirmek için beslenmenin rolü çok önemli .


Eğer siz de son zamanlarda terlemeler, sıcak basmaları, uyku problemleri yaşıyorsanız; çok dikkatli olduğunuz halde eskiye göre daha hızlı kilo alıyorsanız ve adet kanamalarınız da kesilmeye başladı ise sizin için yeni bir süreç başlamış olabilir. 

Menopoz kadın için son değil, yeni bir başlangıçtır, ve bu dönemi rahat geçirmek için önemli etkisi olan beslenmenin önemini gözardı etmemek gerekir.


Menopoz döneminde yaşananların sadece terleme, sinirlilik, uyku problemleri, gibi belirtiler ile sınırlı değildir, “Menopoza kadar erkekler kalp damar hastalıklarında daha riskli sayılırken; menopoz sonrasında kadın ve erkek eşit risklere sahip olmaktadır. 

Abdominal (karın bölgesi) obezite dediğimiz, bel çevresindeki genişleme ile birlikte diyabet görülme ihtimali de artar. Yanı sıra kemik erimesi açısından çok daha dikkatli olunması ve rutin kontrollerin yaptırılması gerekir” dedi.

Menopoza paralel olarak artan hastalık risklerinin beslenme tarzında ciddi değişiklikler yapmayı zorunlu kılar, ideal ağırlığı korumanın daha zor olduğu menopozda dikkat edilmesi gereken beslenme kurallar şunlardır.


MENOPOZDA SAĞLIKLI VE DENGELİ BESLENMEK İÇİN… 

• Ölçüyü kaçırmadan her gün bir miktar ceviz, fındık ve badem yiyin.

• Günde 2 fincan yeşil çay için. Yeşil çay kan yağlarını azaltır ve metabolizmayı çalıştır. İçine 1 çubuk tarçın ve sindirim sorunlarını azaltmak için rezene katarsanız, kendinize metabolizma hızlandırıcı bir içecek hazırlamış olursunuz. 


• Güne su içerek başlayın. Su içmek dolaşım hızınızı artırır ve günde 10 bardak su içiyorsanız kilo almanız, eskiye göre daha zor olacaktır. 

• Yemekten önce içeceğiniz bir bardak su, daha kolay doymanıza yardım edecektir.

• Porsiyonlarınızı küçültün. 


• Posanın kalp hastalıkları ve kansere yakalanma riskini azalttığı bilinmektedir. Bu nedenle posalı beslenmeye çalışın. Gün içinde 5 porsiyon sebze ve meyve tüketmek, günlük posa ihtiyacınızı karşılar. 


• D vitamini eksikliğini önlemek için gün ışığında yürüyüş yapın. 


• Fiziksel aktivitenizi artırın. Bu, hem kilo almanızı önleyecek hem de kemik erimesine engel olacaktır. 


• Bel çevresindeki yağlanma, çok hızlı yemek yediğiniz için olabilir. Yemek yemeye zaman ayırın ve yavaş yiyin. 


• Süt, yoğurt, peynir ve koyu yeşil yapraklı sebzeler iyi bir kalsiyum kaynağıdır. Unutmayın, eğer eksik kalsiyum alıyorsanız, kilo vermeniz zor olacaktır. 


• Kesilen adet kanamaları ile demir eksikliği olması ihtimali azalacaktır. Bu nedenle kırmızı eti haftada 1 defa yemeniz gereklidir. Ayrıca daha sık balık yemeye özen gösterin. 


• Ekmeği hafife almayın. Her öğün yediğiniz 1 dilim tam tahıllı ekmek, B grubu vitaminleri karşılamanızı sağlar, kas kaybını önler. 


• Uykusuzluk, gece yemek yemenize ve kilo almanıza neden olabilir. Uykudan önce bir fincan melisa çayı içmeniz daha kolay uyumanızı sağlayabilir. 


• Bu dönemde ‘çok şişiyorum, ödemim oluyor’ dememek için tuzu azaltın. 




Gürkan Kubilay'dan Menopoz diyeti programı




Adet dönemi baş ağrısı nedeni

Adet dönemi baş ağrısı nedeni

Adet dönemi baş ağrısı nedeni

Baş ağrısının oluşmasının pek çok nedeni olmasına rağmen kadınlarda görülen baş ağrılarının çoğu adet döneminde ortaya çıkmakta.

Hormonal dalgalanmalar nedeniyle artan baş ağrılarınızdan kurtulmak için yapmanız gereken ilk şey ise baş ağrısı günlüğü tutmaktır. 



ERGENLİK DÖNEMİ İLE MİGREN SIKLIĞI ARTAR

Ergenlik dönemi öncesinde, kız ve erkek çocuklarda migren sıklığı aynı olmasına rağmen adet döneminden sonra bu durum değişir ve kadın/erkek arasındaki oran 3’e çıkmaktadır. Hormonal faktörler sebebi ile baş ağrıları tetiklenen kadınlar ile tetiklenmeyenler arasında hormon seviyeleri açısından herhangi bir farklılık mevcut değildir. Sorun, kişinin sinir sisteminin hormonal dalgalanmalara verdiği cevap ile ilişkilidir.

HORMON SEVİYESİNİN DÜŞMESİ BAŞ AĞRISINA SEBEP OLUR

Adet periyodunun 2 gün öncesi ve ilk 3 günü içinde görülen bir baş ağrısı tipi “saf regl migren”dir. Kadınların yaklaşık yarısı regl döneminde migren ataklarına eğilimli hale gelmekle beraber; sadece %10 kadında saf regl migren görülür. Regl sırasında ortaya çıkan migren ataklarının sebebi, kanamadan hemen önce kandaki östrojen hormonu seviyesinin düşmesi ve östrojen hormonunun göstermiş olduğu dalgalanmadır.

HAMİLELİKLE BAŞ AĞRISI AZALABİLİR

Regl ile migren atakları arasında ilişki belirten kadınların 2/3’ü gebelik sırasında ataklarının kesildiğini belirtmektedir. Bunun nedeni büyük olasılıkla gebelik sırasında östrojen hormonunun regl döngüsündeki gibi dalgalanmalar göstermemesi devamlı olarak yüksek seviyede kalmasıdır. 



TEDAVİSİ DİĞER MİGREN ATAKLARINA GÖRE DAHA ZOR

Regl dönemi migren atakları, diğer migren atakları ile karşılaştırıldığında daha şiddetli, uzun ve tekrarlayıcı ataklar olmasından dolayısıyla regl dışındaki migren ataklarına göre tedavileri daha güçtür. Bu nedenle migren tedavisinde, migren semptomlarını kontrol edecek ilaçlar kullanılabileceği gibi, regl döngüsünü engelleyecek seçenekler de düşünülmektedir.

BAŞ AĞRISI GÜNLÜĞÜ TEDAVİYİ ŞEKİLLENDİRİR

Bu tedavinin başında hastanın yapması gereken şey baş ağrısı günlüğü tutmaktır. Bu günlüğü tutmak ile hasta regl döngüsü ile baş ağrısı arasındaki zamansal ilişkiyi daha iyi anlar. Örneğin; regl kanamanın kaçıncı günüde baş ağrısının başladığı, kaç gün sürdüğü, hangi ilaçlara cevap verdiği gibi. Tavsiye edilen, bu günlüğün en azında 3 regl döngü boyunca tutulmasıdır. Edinilen bilgiler doktorun planlayacağı tedavi açısından önem taşır. Regl siklusunun düzenli olup olmadığı ve baş ağrılı süre hangi tedavinin seçileceğini belirler.



İLAÇLAR ATAKLARIN BAŞINDA ALINMALI

Regl dönemi migren tedavisi; atak tedavisi, kısa dönem koruyucu tedavi ve kesintisiz koruyucu tedavi olmak üzere başlıca 3 grupta incelenebilir.  Atak tedavisinde uygun görülen İlaçlar mümkün olduğunca ağrının başında alınmalıdır. 

Baş ağrısına mide bulantısı da eşlik ediyorsa mide bulantısı önleyen bir ilaç da tedaviye eklenmelidir. Kısa süreli koruyucu tedavi de amaç daha ağrı ortaya çıkmadan ilaç alınmasına dayanır. Kişi başı ağrısın veya ağrımasın reglden 2 gün önce ilaç kullanmaya başlar ve kanamanın ilk 3 gününde de ilaca devam eder. Bu tedavi; regl dönemi düzenli ve baş ağrısı ile regl arasında belli bir zamansal bağlantı olanlarda kullanılabilir. 

Kesintisiz koruyucu tedavi ise; regl dönemi düzenli olmayan, atak tedavisinden fayda görmeyen, sık ve şiddetli migren atakları olanlar için bir seçenektir. Hastanın genel sağlık durumunu da göz önüne alarak belirlenen ilaçlar ağrı olsun veya olmasın her gün kullanılır. Bu koruyucu tedavinin süresi ise 6 aydır. 




DOĞUM KONTROL HAPLARI İLE TEDAVİ

Koruyucu tedavi için diğer bir seçenek olan “hormonal tedavi” ile östrojen hormonu dalgalanmalarını engellenebilmektedir. Vücuda östrojen hormonu verilmesi ile vücut hormon yapımını durdurmakta ve bu şekilde sadece dışarıdan verilen hormonun etkisinde kalınmakta ve dalgalanma da durmaktadır. Bu tip koruyucu tedavide en sık doğum kontrol ilaçları kullanılır. 

Genellikle doğum kontrol ilaçları ile regl dönemi başına 21 günlük hormon tedariki sağlar. Geri kalan 7 tablette aktif ilaç yoktur. 21. günün sonunda dışarıdan alınan östrojenin de aniden kesilmesine bağlı olarak migren atakları ortaya çıkabilir. 

Bu nedenle, doğum kontrol ilacı kullanmaya ara verilmeden devam edilmelidir. Hormonal tedavi auralı migreni olanlarda uygulanmamaktadır. Ayrıca 35 yaş üzeri ve sigara içen kadınlarda dikkatli kullanılmalıdır. Östrojenin bazı kanser tiplerini tetikleyebileceği de unutulmamalıdır.



   
Doğal antidepresanlar

Doğal antidepresanlar

Doğal antidepresanlar


Antidepresan denildiğinde pek çok kişinin  ilk aklına gelen şey ilaçlardır. Ancak ilaç kullanmadan da stres ve gerginliği yenmeniz mümkün. 

Vücudunuzda Serotonin yeterli olduğunda; moraliniz yüksek olur, rahat uyku uyursunuz, iştahınız azalır, ruh sağlığınız düzelir ve enerjiniz artar. 

Doğal antidepresanlar


Sarı kantaron

Anti-stres ve anti-depresyon için etkilidir, korku, endişe, kaygı, umutsuzluk, umursamazlık ve çaresizlik duygularının giderilmesinde yardımcıdır. Uykusuzluk ve fazla uyuma problemlerinde faydalıdır.

Börülce

Folik asit bakımından oldukça zengin olan börülce, özellikle hamileler için tavsiye edilir. Folik asit; modumuzu ve uyku düzenimizi dengelemeye yardımcı olan norepinefrin ve serotonin salgılanmasında da önemli bir rol üstleniyor.

Ceviz, fındık, badem, çekirdek 

Ay çekirdeği, kabak çekirdeği, kaju fıstığı, fındık ve ceviz magnezyum yönünden zengin besinlerdir. Magnezyum serotonin hormonunun salgılanmasını artırır.

Keklik otu

Botanik ile ilgilenen herhangi birine keklik otunun faydalarını sorduğunuzda, size verecek cevaplar ile sadece spagetti üzerine konan bir sos olmadığını anlayacaksınız. Orijinal yazılımları caffeic, quercitin ve rosmarinic olan asit türlerini içerir ki bu asit türleri depresyon ve anksiyeteye karşı sizi kuvvetlendirir. Yetiştirilmesi son derece kolay da olan keklik otu, sıkıntılarınıza son vermenizde oldukça faydalı olabilir.

Şifalı bitkiler 

Şifalı bitkilerden ıhlamur, melisa, papatya, adaçayı, kekik, fesleğen ve biberiye çayları rahatlatıcı etkisinden dolayı tercih edilebilir. Yeşil çayda L-theanine isimli aminoasit bulunur. Bu aminoasit beyindeki alfa dalgalarını canlandırıyor. Aynı zamanda yeşil çay antioksidan özelliğe sahiptir.

Balık

Balık yemek hem beden hem ruh sağlığımız için kendimize yapabileceğimiz en büyük iyiliklerden. Zira mükemmel bir protein kaynağı, omega 3 ve selenyum içeriğiyle iyi bir antioksidan, kansere karşı koruyucu, kalp-damar sağlığı için vazgeçilmez, hatta depresyona karşı bile etkili. 

Araştırmalar, yeterli miktarda omega 3 alımının, stres ve depresyonu daha iyi bir şekilde kontrol etmemize yardımcı olduğunu gösteriyor. Omega 3 yağ asitleri, doğal antidepresan olarak düşünülüyor. Yapılan bir araştırma hiperaktivite, dikkat eksikliği, saldırganlık gibi durumlarda somon, ton veya sardalya gibi yağlı balıkların tercih edilmesinin olumlu etki yaptığını gösteriyor.

Omega-3 

Omega 3 yağ asitleri serotonin üretimini tetikleyici özelliktedir. Omega 3 yağı beyindeki uyarıcıların doğru çalışmasını sağladığından dolayı faydalı olmaktadır. Bu yağ asitleri bakımından zengin kaynaklar olan balık, ceviz ve keten tohumunu tüketebilirsiniz. Balık beyni etkiliyor ve modu yükseltiyor. Haftada 3 kez balık yiyin ve günde 1 yemek kaşığı keten tohumunu beslenmenize mutlaka ekleyin. Son yıllarda özellikle hamile kadınlarda depresyonu engelleyici olarak Omega 3 yağı önerilmiştir

Domates 

Domateste fazla miktarda bulunan likopen (antioksidan etkili bir kimyasal) inflamasyonu, dolayısıyla stresi azaltıyor. Likopen, domatesin daha çok kabuk kısmında olduğundan, eğer mide ile ilgili problemleriniz yoksa kabuklarıyla tüketmenizi öneririm.

Ayçekirdeği

Ayçekirdeğinin sarı yaprakları, evrensel 'mutluluk' sembollerinden biri. Vücudun modunuzu dengeleyen norepinefrin kimyasalını salgılamasını sağlayan fenilala aminoasiti bakımından zengin olan ayçekirdekleri, en doğal antidepresanlarınızdan biri...

Çikolata 

Çikolatayı sevmeyen yoktur herhalde? Çikolatanın mutluluk verdiğini duymuşsunuzdur. Ama bütün çikolatalar aynı etkiyi sağlayamayabilir, özellikle bitter çikolataları tercih etmenizde fayda var. Kilo kontrolünü sağlamak için tükettiğiniz miktarın önemli olduğunu unutmayın.

Kahverengi pirinç 

Vitamin B1 ve B3 ve folik asit içerir. Glisemik indeksi düşük olan kahverengi pirinç yağla savaşan bir nişasta olan amilozdan da zengindir.

Muz 

Muz Tryptophan adı verilen bir tür aminoasitten zengindir. Tryptophan vücutta serotonin hormonunun salgılanmasında önemli role sahiptir. Aynı zamanda potasyum kaynağı olarak bildiğimiz muz, potasyum içeriğinden dolayı da stresle savaşır.

Kuru baklagiller 

Mercimek, nohut, kuru fasulye, börülce tryptophandan zengindir. Börülce aynı zamanda folik asit bakımından da zengindir. Kuru baklagilller vücutta serotonin salgılanmasında önemli bir role sahiptir.

Soya fasulyesi 

Soya fasulyesi elzem aminoasitlerden zengindir. Tryptophan içeriğinin yüksek olması sebebiyle soya sütü de dahil olmak üzere soya ürünleri, tofu ve soya fasulyesi serotonin düzeyinin sabit tutulmasına yardımcı olur.

Mor patates 

Beyaz patateslere kıyasla on kat daha fazla antioksidan ve antosiyanin içerdiği düşünülen mor patatesler de stres düşürücü bir özelliğe sahip. Mor ya da beyaz, yüksek oranda iyot bulunduran patates kabuğu da tiroid hormon seviyelerini düzenleyerek, duygusal iniş-çıkışları önleyici etki göstermektedir.

Ispanak 

Ispanak fiziksel ve zihinsel sağlığı korunmasında önemli olan folik asit açısında iyi bir kaynaktır. Folik asit eksikliğinde vücut yeterli serotonin üretemez. Ispanak kış ayları için harika bir doğal antidepresandır.

Süt ve süt ürünleri 

Süt ve süt ürünleri triptofan içermektedir. Bu özellikleri ile depresyona karşı etki gösterirler. Süt ve süt ürünlerinden yoğurt ve kefir probiyotik özellikleri sayesinde bağırsaklardaki yararlı mikroorganizmaların sayısını artırır, bağışıklık sistemini güçlendirir

Tavuk ve hindi eti 

Tavuk ve hindi gibi kümes hayvanları serotonin üretimini sağlayan triptofan için çok iyi kaynaklardır. Kırmızı ete göre daha az yağlı olan bu protein kaynaklarına sofranızda yer vererek metabolizmanızın hızlanmasını ve ani kan şekeri yükselişlerini önleyerek vücudunuzdaki yağlardan da kurtulmanızı sağlamış olursunuz.

Yumurta 

Serotonin üretimi için gerekli amino asitleri ve esansiyel yağ asitlerini içerir. Yumurta, yalnızca protein ve besin değeri bakımından zengin olmakla kalmıyor. Araştırmalar, kahvaltıda yumurta tüketmenin gün boyu kalori alımını azalttığını da gösteriyor.

Su 

En iyi doğal antidepresanlardan biridir. Yeteri kadar su tüketilmemesi dehidratasyon sonucu fiziksel ve zihinsel yorgunluğa neden olur. Kendinizi daha az depresif hissetmenize yardımcı olmak için günde en az 10-12 bardak su tüketin.

Deniz tuzu 

Yemeklerde deniz tuzu kullanmak ruh halinizi düzeltmek için gerekli olan mineralleri almanızı sağlar.

Bu konular da dikkatinizi çekebilir:









Doğal antibiyotik nasıl yapılır?